Bu Blogda Ara

23 Aralık 2009 Çarşamba

GECİKMİŞ ADELET ADALET MİDİR?

GECİKMİŞ ADELET ADALET MİDİR?

Bir parçası olarak içinde yaşadığımız toplum çok ilginç bir toplumdur. Bu toplumda herkesin her konuda bir görüşü vardır ve herkes o konuda en önemli fikir kendine ait gibi davranır. Bu konular uzmanlık gerektiren çok teknik konular da olabilir. Mesela sokaktan geçen herhangi birine sorsanız, hemen size Türkiye'de yargının yavaş işlediğini, davaların uzun sürede bittiğini ve gecikmiş adeletin de adalet olmadığını söyleyecektir. Hatta bunları söylerken hiçbir tereddüt de yaşamayacak, konunun uzmanıymış gibi, sanki elinde çok güvenilir istatistik verileri varmış gibi kendinden emin davaranacak, hatta çözüm için de bir çok öneriler söyleyecektir. Sokaktan çevrilen bu kişinin, okuma yazması dahi olmayan birisi, hayatında bir davada taraf olmamış birisi olsa da; yüksek öğrenim görmüş birisi olsa da cevaplar değişmeyecek, hatta aynı olacaktır. Ayrıca bu kişi sözünün bir yerinde mutlaka "gecikmiş adalet adalet değildir" diyecektir.
Toplumda herkesin her konuda fikri olması durumundaki gariplik bir yana, acaba gecikmiş adalet nedir ve gerçekten gecikmiş adalet adalet değil midir?
ADALET ÇOK TARAFLI DENGEYİ SAĞLAMAKTIR...
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, "gecikmiş adalet" tabirini kullanan herkesin aynı durumu ifade ettiğini düşünmemek gerekir. Gerçekten, bu sözü ezberlenmiş bir lakırdı olarak, sırf büyük bir laf etmiş olmak için hiç anlamsız şekilde söyleyen büyük bir yığın bulunduğu gibi, az yada çok bir fikre dayanarak söyleyen bir kesim de vardır. Büyük yığını oluşturan boş söz lakırdıcılarını bir yana bırakmak gerektiğini söylemek bile yersiz. Ancak bir fikre dayanarak bu sözü söyleyenlerin de, ne demek istedikleri hangi fikre dayandıklarına göre farklılık gösterecektir. Mesela bir kısım kişiler var ki, bunlar her türlü ayrıntıdan, usulden, bürokrasiden hoşlanmaz ve bunları sırf zaman kaybı olarak görür, bunları dolanmayı da işbilirlik gsötergesi sayarlar. İşte bunlara göre, adaletin gerçekleşmesinde mahkemeler dahi gereksizdir. Hele adliye binlarını hiç anmamak gerekir. Bunlar, ofis şeklinde şehrin çeşitli yerlerinde çalışan, kolay ulaşılabilir yargıçlar olması gerektiğini, bu yargıçlara giden kişilerin, çoğunlukla karşı tarafın diyecekleri dahi araştırılmadan, çıkarken bir yargısal sonuç alıp gitmeleri gerektiğini söyleyiverirler. Bunu söylerken de öyle enine boyuna düşünmeye gerek duymazlar. Zaten bunlara göre bir konuda fikir yürütmek için enine boyuna düşünmek de beyhudedir. Bunlar yargılama sürecini bürokratik gereksizlik olarak görürler. Ancak bu iki gruptakiler adaletten bahsederken, fikri konumlarını hak sahibi ve neye mal olursa olsun bir menfaati koparan kişi olarak belirlerler. Hiç bir zaman hakları bu hıza kurban gidebilecek diğer taraf olmazlar. Gerçeklikte hakları zarar gördüğünde de bu kişiler, "nerde devlet, nerde adalet" sözünü kullanırlar. Bu iki grubun sesleri o kadar çok çıkar ve bunlar o kadar kalabalıktırlar ki, konu hakkında düşünen, somut ve gerçekçi fikirleri olanlar, bu fikirlerini ifade edecek bir alan bulmakta zorlanırlar; bulsalar da, yaygın görüşün aksini söylemeye çekinirler; söyleseler de, inandırıcı olmakta zorlanırlar. Bunların görüşlerine değer verenler de, kendileri gibi küçük bir gruptur. Sonuç olarak toplumun yaygın inançları enine boyuna düşünülmüş, tartılmış görüşlere değil, ezberlenmiş laflara dayanan görüşlere göre oluşur. Bu inanç o kadar yaygınlaşır ki, bir süre sonra o konuda düşünülmeye dahi gerek kalmaz. İşte "gecikmiş adalet adalet değildir" düşüncesi de aynen böyledir.
Öncelikle adaletin gerçekleşmesi yargılama denilen bir süreci gerektirir ve aslında adaletin teminatı da bu süreçtir. Gerçekten modern yargının en önemli aşaması yargılama usulüne ilişkin kurallardır. Usul kuralları yargılamanın yere, zamana ve kişiye göre değişmesine engel olur ve ham iddiaların olgun yargı kararlarına dönüşmesine hizmet eder. Şöyle ki, yargılamanın başında tarafların ham iddiaları vardır. Bu ham iddilalar, yargılama sürecini oluşturan ve her zaman, her yerde ve herkese aynı şekilde uygulanan usul kurallarına göre işleyen bir olgunlaşma sürecinin sonunda, olgun bir karara dönüşür. Bu karar ise hakimin değil, soyut bir aklı ve soyut bir iradeyi ifade eden bir kurum olan mahkemenin kararıdır. Dolayısıyla bir an evvel sonuca ulaşmak için, usul kurallarını, dolayısıyla yargı sürecini gözden çıkarmak, aynı zamanda adaletin de gözden çıkarılması sonucunu doğuracaktır. Dolayısıyla erken adalet isterken, adaletten vazgeçmiş olunacaktır. O halde usul kurallarına göre işleyen bir yargı sürecini adaletin gecikmesi olarak görenler, aslında adaleti gözden çıkarmış olmaktadırlar.
Öte yandan, bütün bu yargı örgütünü de gereksiz gören ve bunun yerine ve paralel yargı olacak nitelikte görüşler de erken adalet sloganının melodik algılaması arasında son derece itibar bulmaktadır. Bunalara göre, hantal mahkemelerin yerine, aslında noterlik kurumuna benzer, kişilerin bir uğrayarak sonuç alabilecekleri, usul kurallarını uygulamak zorunda olamayan ve hakkaniyete göre karar verme yetkisi olan kişilerden oluşan bir örgütlenme gereklidir. Bu kişilerin kararlarının tek ölçüsü olan hakkaniyet ise, somut, objektif, genel ve önceden bilinen bir ölçü olmaktan çok; kişiye, yere ve zamana göre değişen kararlar verilebilmesi demektir. Bu düşünce sahipleri, hakem, uzlaştırıcı, arabulucu gibi isimlendirilebilecek karar vericilerin yargı örgütünün alternatifi olmasını önerirler. Bu düşünce sahipleri, hiç görmedikleri ve hatta hiçbir bilgileri olmadığı halde, "gelişmiş ülkelerde de durum böyle" diyerek, muhataplarının bilgisizliğini, kendi özgüvenleri ile delile dönüştürürler. Bu görüş sahipleri, böylece "mahkemelerin işyükünün azalacağını" da söyleyerek, aslında paralel yargı niteliğindeki, bu sistemi, meşrulaştırmış olurlar. Oysa belirtmek gerekir ki, bu sistem modern hukuk sistemlerinin çoktan aşmış olduğu "kadılık" sisteminden başkası değildir. O halde aslında, gecikmiş adalet diye ifade edilen durumların çok önemli bir kısmı gecikmiş adalet değildir. Şüphesiz yargılama süreçlerinin bazen gereğinden fazla uzayabildiği de bir gerçektir. Ancak bunlar göz ardı edilebilecek kadar az miktarda olup, sadece ülkemize mahsus bir durum da değildir.
"Gecikmiş adalet adalet değildir" sloganının içinde gizli olan adaletin geciktiği, bunun da içinde gizli olan başta hakimler olmak üzere, yargı personelinin yargılamayı geciktirdiği düşüncesi de, ayrı ve büyük bir haksızlıktır. Zira ülkemizde, yargı çalışanlarının çalışma şartları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olacak nitelikte ağır ve angarya doludur. Gerçekten en üst düzeyde devlet memuru olan hakimlerin kapılarının her an ve herkese açık olduğunu, istisnasız tüm hakimlerin işlerinin önemli bir kısmını evde yaptıklarını, kendilerine ayıracak vakit bulamadıklarını, diğer çalışanların da aynı şekilde nefes almadan çalışmak zorunda olduklarını, mesai saatlerinin işin bitmesine göre belirlendiğini, yaptıkları işin fiziksel ve psikolojik olarak yıpratıcı bir iş olduğunu gözlemlediğimizde, yargılama işinin ne kadar ağır şartlarda yapıldığını açıkça görmek mümkündür. Bütün bunların yanında yargılama işinin, yargı çalışanlarını sosyal ortamlardan uzaklaştıracak derecede özen ve hassasiyet gerektirdiği de diğer bir gerçekliktir. Bütün bu gerçekler karşısında, yargının işyükünü hakimlerin problemi olarak görmek büyük bir yanılgı ve haksızlıktır. İFADE ETMEK GEREKİR Kİ, ASLINDA İŞ YÜKÜ İDARENİN, YANİ ADALET BAKANLIĞININ PROBLEMİDİR. DOLAYISIYLA İDARE, YANİ ADALET BAKANLIĞI TARAFINDAN ÇÖZÜLMESİ GEREKİR. SIRF YETERİ KADAR VE GEREĞİ GİBİ ÖRGÜTLENME, SİSTEM VE YAN HİZMETLER SAĞLANAMADIĞI İÇİN ARTAN İŞ YÜKÜNÜN, İNSAN KAPASİTESİNİ AŞAN KISMI ANGARYA OLUP, NAYASAYA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNE AYKIRIDIR. DAHA KÖTÜSÜ YAPTIKLARI İŞİN ÖNEM VE ÖZELLİĞİ, TOPLUMDAKİ YAYGIN İNANCIN OLUŞTURDUĞU BASKI BU İNSANLARIN BIRAKIN HAK ARAMALARINI, KENDİLERİNİ İFADE ETMELERİNİ DAHİ İMKANSIZ KILMAKTADIR. Öte yandan bu düşünce, başta yargıya ayrılan bütçenin güdüklüğü olmak üzere, yargı örgütlenmesindeki ihmal ve eksikliklerden, posta hizmetleri başta olmak üzere yan hizmetlerdeki aksamalara kadar tüm sebeplerin fark edilmesine de engel olmaktadır. DOLAYISIYLA "GECİKEN ADALET ADALET DEĞİLDİR" SLOGANINDA GİZLENEN YARGININ VE YARGI ÇALIŞANLARININ GEREĞİ GİBİ ÇALIŞMADIĞI DÜŞÜNCESİ BÜYÜK BİR HAKSIZLIK OLDUĞU GİBİ, GERÇEK SEBEPLERİN FARK EDİLEREK GİDERİLMESİNE DE ENGEL OLUŞTURMAKTADIR.
UNUTMAMAK GEREKİR Kİ,
ADALET ÇOK TARAFLI DENGEYİ SAĞLAMAKTIR.

GECİKMİŞ ADALET DE ADALETTİR.
ANCAK,
GÖZDEN ÇIKARILMIŞ ADALET ADALET DEĞİLDİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder