Bu Blogda Ara

17 Ocak 2010 Pazar

ANKARA BAROSU ULUSLARARASI HUKUK KURULTAYI İSMET SAYHAN SUNUMU

YARGI ÖRGÜTÜNÜN ÇOK YÖNLÜ ORGANİZASYONU VE ESNEKLEŞTİRİLMESİ

Değerli Misafirler,
Bizlere görüşlerimizi açıklama ve değerli görüşlerden yararlanma imkanını veren bu organizasyonu yapan Ankara Barosu’na, Ankara Barosunun saygıdeğer yönetici ve çalışanlarına ve bu organizasyonun gerçekleştirilmesinde bizzat çalışan düzenleme kurulundaki değerli arkadaşlarımıza sonsuz ve içten teşekkürler ediyorum.
Saygıdeğer misafirler,
Kurultay’ın “Adalet ve Hukuk Reformu” konusunun ele alındığı beşinci günündeki, “Ulusal Mahkemeler I- Yargının Örgütlenmesi ile İlgili Sorumlar” konulu bu Oturumda, “YARGI ÖRGÜTÜNÜN ÇOK YÖNLÜ ORGANİZASYONU VE ESNEKLEŞTİRİLMESİ” başlığını taşıyan bir sunumumu sizlerin görüşlerine sunacağım. Arz edeceğim sunumda,
• Yargılama faaliyetinin ikili amacı ve ülkemizde geçerli yargılama sisteminin çağdaş hukuk sistemi özelliği;
• Hukuk kurallarındaki değişikliklerin mevcut sistemle çelişmeyecek şekilde, mevcut hukuk sistemi gözetilerek yapılması gerektiği;
• Hukuk kurallarında pratik ve yapısal değişikliklerin sürekli yapılması gerekliliği ve ülkemizde yargı faaliyetlerinin etkinleştirilmesi için gerekli değişiklik ihtiyacı;
• Yargı ile ilgili düşünce ve düzenlemelerdeki yanlış algılamalar;
• Yargı ile ilgili düşünce ve düzenlemelerde esas alınması gereken kriter ve amaçlar;
• Mevcut taslak ve tasarılardaki isabetsiz yaklaşımlar ve isabetli bir hareket noktasının tespiti ve
• Bazı somut öneriler
Açıklanacaktır.

YARGI FAALİYETLERİNİN BİRİSİ DOĞRUDAN, DİĞERİ DOLAYLI OLMAK ÜZERE İKİ AMACI VE İKİ FONKSİYONU VARDIR.

Yargılamanın birincil ve doğrudan amacı, somut bir hukuki ihtilafta adaletin tecellisidir. İkincil ve dolaylı amaç ise, şüphesiz toplumsal adalet duygularının tatmin edilmesidir. Belirtmek gerekir ki, toplumun yargıya olan güveni sarsıldığında, devlet otoritesi bundan yara alır.
ADALET ÇOK TARAFLI DENGEYİ SAĞLAMAKTIR. DOLAYISIYLA TÜM HUKUK KURALLARI DÜZENLENİRKEN, ÖZELLİKLE DE YARGILAMA USULÜNE VE YARGI ÖRGÜTÜNE İLİŞKİN DÜZENLEMELERDE, ÇOK TARAFLI BİR DENGE SAĞLAMAK GEREKLİDİR. BİRİSİNİN MENFAATİNİ, BİR BAŞKASININ ANGARYASI HALİNE GETİRMEK; ADALETİN GERÇEKLEŞMESİNE DEĞİL, ZAYIFLAMASINA SEBEP OLACAKTIR. Öncelikle adaletin gerçekleşmesi yargılama denilen bir süreci gerektirir ve aslında adaletin teminatı da bu süreçtir. Gerçekten modern yargının en önemli aşaması yargılama usulüne ilişkin kurallardır. Usul kuralları yargılamanın yere, zamana ve kişiye göre değişmesine engel olur ve ham iddiaların olgun yargı kararlarına dönüşmesine hizmet eder. Şöyle ki, yargılamanın başında tarafların ham iddiaları vardır. Bu ham iddialar, yargılama sürecini oluşturan ve her zaman, her yerde ve herkese aynı şekilde uygulanan usul kurallarına göre işleyen bir olgunlaşma sürecinin sonunda, olgun bir karara dönüşür. Bu karar ise hakimin değil, soyut bir aklı ve soyut bir iradeyi ifade eden bir kurum olan mahkemenin kararıdır. Dolayısıyla bir an evvel sonuca ulaşmak için, usul kurallarını, dolayısıyla yargı sürecini gözden çıkarmak, aynı zamanda adaletin de gözden çıkarılması sonucunu doğuracaktır. Dolayısıyla erken adalet isterken, adaletten vazgeçmiş olunacaktır. O halde usul kurallarına göre işleyen bir yargı sürecini adaletin gecikmesi olarak görenler, aslında adaleti gözden çıkarmış olmaktadırlar.
Öte yandan, bütün yargı örgütünü de gereksiz gören ve bunun yerine ve paralel yargı olacak nitelikte görüşler de erken adalet sloganının melodik algılaması arasında son derece itibar bulmaktadır. Bunlara göre, hantal mahkemelerin yerine, aslında noterlik kurumuna benzer, kişilerin bir uğrayarak sonuç alabilecekleri, usul kurallarını uygulamak zorunda olamayan ve hakkaniyete göre karar verme yetkisi olan kişilerden oluşan bir örgütlenme gereklidir. Bu kişilerin kararlarının tek ölçüsü olan hakkaniyet ise, somut, objektif, genel ve önceden bilinen bir ölçü olmaktan çok; kişiye, yere ve zamana göre değişen kararlar verilebilmesi demektir. Bu düşünce sahipleri, hakem, uzlaştırıcı, arabulucu gibi isimlendirilebilecek karar vericilerin yargı örgütünün alternatifi olmasını önerirler. Bu düşünce sahipleri, hiç görmedikleri ve hatta hiçbir bilgileri olmadığı halde, "gelişmiş ülkelerde de durum böyle" diyerek, muhataplarının bilgisizliğini, kendi özgüvenleri ile delile dönüştürürler. Bu görüş sahipleri, böylece "mahkemelerin iş yükünün azalacağını" da söyleyerek, aslında paralel yargı niteliğindeki, bu sistemi, meşrulaştırmış olurlar. Oysa belirtmek gerekir ki, bu sistem modern hukuk sistemlerinin çoktan aşmış olduğu "kadılık" sisteminden başkası değildir.

HUKUK KURALLARINDAKİ TÜM DEĞİŞİKLİKLER MEVCUT HUKUK SİSTEMİMİZ İÇİNDE VE BU SİSTEMİN GELİŞMESİNE HİZMET EDECEK ŞEKİLDE YAPILMALI, HAREKET NOKTASI DA “HUKUK SİSTEMİNİN GELİŞTİRİLMESİ” OLARAK KABUL EDİLMELİDİR.

ÖLÇEĞİ NE OLURSA OLSUN HUKUK KURALLARINDAKİ TÜM DEĞİŞİKLİKLER MODERN BİR SİSTEM OLAN MEVCUT HUKUK SİSTEMİMİZ İÇİNDE VE BU SİSTEMİN GELİŞMESİNE HİZMET EDECEK ŞEKİLDE YAPILMALI, HAREKET NOKTASI DA “HUKUK SİSTEMİNİN GELİŞTİRİLMESİ” OLARAK KABUL EDİLMELİDİR. Mevcut hukuk sistemimize uymayan, özellikle zaman zaman örneklerine rastlandığı gibi Anglo Sakson ve Amerikan Hukuk Sistemine ait kurum ve uygulamaların yargı uygulamasını olumlu değil, olumsuz etkileyeceği kanaatindeyim.
ÜLKEMİZDE, CUMHURİYET ÖNCESİNDEN BAŞLAYAN VE ASIL OLARAK DA CUMHURİYET’İN İLANINDAN SONRA, GERÇEK VE BÜYÜK BİR HUKUK VE YARGI REFORMU YAPILMIŞTIR. Böylece çağdaş medeniyetin gerektirdiği yargı reformu, ülkemizde yaklaşık yüz yıl önce gerçekleştirilmiş olmaktadır. Dolayısıyla, ülkemizde mevcut ve aslında oldukça da gelişmiş olan çağdaş hukuk düzenini görmezden gelerek, bu hukuk düzeninde yapılması gereken değişiklikleri reform olarak adlandırmak, bu değişikliklerin gerekçeleri arasına, mevcut düzeni aşağılamaya varacak derecede yersiz ifadeler yerleştirmek kanımca son derece isabetsiz bir davranıştır.
Bu bakımdan öncelikle belirtmek isterim ki, ülkemizin ve hukuk sistemimizin; siyasal rejim değişikliği ile birlikte, bir hukuk sistemi değişikliğine de ihtiyaç duyan ve bu kapsamda, toplum olarak bizim yüz yıl önce tüm çağdaş ülkelerle birlikte ve onlarla uyumlu olacak şekilde gerçekleştirmiş olduğumuz türden bir hukuk reformuna ihtiyaç duyan yenidünya devletleri ile aynı kefeye konulmasını; en hafif ifade ile “reform heveskârlığının” bir görüntüsü olarak kabul etmek gerekir. Bu cümleden olmak üzere, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan, “Yargı Reformu Strateji Taslağı” nın gerekçeleri arasındaki ifadelerden anlaşılmaktadır ki, sırf Avrupa birliği üyelik müzakerelerinin eşzamanlı olarak yürütülmesi sebebiyle, Hırvatistan ve Türkiye’nin “Yargı ve Temel Haklar” müzakere başlığı kapsamında benzer değişiklikleri yapması öngörülmektedir. Bu çok yanlış bir hareket noktasıdır. Zira açıkladığımız üzere, ülkemiz Hırvatistan için söz konusu olan türden bir reformu yüz yıl önce gerçekleştirmiştir. Bizim hukuk sistemimiz bakımından gerekli olan değişiklikler, herhangi bir Avrupa ülkesinde yargının gelişmesi için gerekli olan değişiklikler mesabesinde kabul edilmelidir. Kısaca ifade edilmek gerekirse, hukuk sistemi bakımından ülkemiz birinci ligdedir. Bu görüş sırf bir kuru milliyetçilik anlayışının ifadesi olarak kabul edilmemelidir. Aksine, hukuk sistemindeki değişikliklerden doğru sonuçların alınabilmesi, hukukun ve toplumsal yaşamın gelişmesine katkı sağlayabilmesi için, hareket noktasının isabetli şekilde tespit edilmesi gereklidir. Eğer hareket noktası gerçekte ihtiyaç duyulmayan hususları kapsayacak bir şekilde tespit edilirse, gerçek ihtiyaçların çözümlenmemesi ve daha da önemlisi, çözüm gayretlerinin ertelenmesi tehlikesi oluşacaktır.
Şüphesiz toplumsal yaşamın devinimi, artan ve değişen ihtiyaçlar ve en önemlisi uygulama deneyimleri karşısında, hukuk kurallarında kısmi veya büyük ölçekli değişiklikler yapılması kaçınılmazdır. Ancak bu değişikliklerin, mevcut ve işlemekte olan sistemin yapısına ve özelliklerine uygun olmasına özen gösterilmeli ve bu bağlamda özellikle mevcut sistemin uygulama deneyimleri ve hafızasından yararlanılmalıdır.

TÜM HUKUK SİSTEMLERİNDE; PRATİK VE YAPISAL DEĞİŞİKLİKLERİN SÜREKLİ YAPILMASI GEREKLİDİR.

SADECE ÜLKEMİZDE DEĞİL, TABULARA VE DEĞİŞMEZ TEOKRATİK KURALLARA DAYANMAYAN TÜM HUKUK SİSTEMLERİNDE; PRATİK VE YAPISAL DEĞİŞİKLİKLERİN SÜREKLİ YAPILMASI GEREKLİDİR. Nitekim, bu ihtiyaçlardan önemli bir bölümünü de, yargılama faaliyetinin başlangıçta belirttiğimiz iki amacından, kişisel ihtilafların etkin ve optimum bir sürede çözümlenmesini ve toplumsal adalet duygularının yeterince tatmin edilmesini sağlamaya yönelik değişiklikler oluşturmaktadır. Bu değişikliklerin bir kategorisi usul kuralları, diğer bir kategorisi de yargı örgütlenmesine ilişkin kurallardır.
Nitekim ülkemizde, kişisel ihtilafların özellikle optimum sürede çözümlenemediğine ilişkin yaygın bir kabul bulunmaktadır. Gerçi bu konuda zaman zaman haksızlık yapılmaktadır. Özellikle de hiçbir veriye dayanmayan, karşılaştırmalar, bu cümleden olmak üzere, “Avrupa’da davalar hemen bitiyor, bizde uzun sürüyor” şeklinde eleştirilere veya farklı bir hukuk sistemine sahip olan Amerika ve İngiltere’den somut verilere dayanmayan örneklemelere rastlanmaktadır. Ancak, yargısal faaliyetin optimum sürede tamamlanması ve toplumsal adalet duygusunun en üst düzeyde tatmin edilmesi için sürekli bir arayış içinde olunması gerektiği yadsınamaz.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, yargının işleyişine ilişkin konular uzmanlık gerektiren konular olmasına rağmen, eleştirilerin çoğu uzman görüşü niteliğinde değildir. Gerçekten sokaktan geçen herhangi biri bile, “Türkiye'de yargının yavaş işlediğini, davaların uzun sürede bittiğini ve gecikmiş adaletin de adalet olmadığını” söyleyebilmektedir. Hatta bunları söylerken hiçbir tereddüt de yaşamamakta, konunun uzmanıymış gibi, sanki elinde çok güvenilir istatistik veriler varmış gibi kendinden emin davranmaktadır. Hatta uzman olmayan bu kişiler, çözüm için de birçok öneri getirmektedirler. Sokaktan geçen bu kişi, okuma yazması dahi olmayan birisi olsa da, yüksek öğrenim görmüş birisi olsa da; bir yargılanma deneyimi olsa da, hayatında bir davada taraf olmamış birisi olsa da; cevaplar değişmemektedir. Ayrıca bu kişi sözünün bir yerinde mutlaka "gecikmiş adalet adalet değildir" demektedir. ŞÜPHESİZ ADALETİN GERÇEKLEŞMESİ İLE İLGİLİ OLARAK TOPLUMDAKİ KANAAT SON DERECE ÖNEMLİ OLMAKLA BİRLİKTE, TECRÜBE VE UZMANLIĞI GEREKTİREN BÖYLE ÖNEMLİ BİR KONUDA UZMAN OLMAYANLARIN TESPİT VE TEKLİFLERİ TAMAMEN ÖNEMSİZ OLUP, GÖZ ARDI EDİLMELİDİR. NE VAR Kİ ZAMAN ZAMAN UZMAN OLMAYAN KİŞİLERİN GÖRÜŞLERİNİN UZMAN OLANLARDAN DAHA FAZLA ÖNEMSENDİĞİ, UZMANLIKTAN ZİYADE POPÜLERLİĞE ÖNEM İZAFE EDİLDİĞİ GÖZLENMEKTEDİR.
Bütün bu açıklamaları somutlaştırmak üzere, adaletin gerçekleşmesi ve toplumun adalet duygularının tatmin edilmesi bakımından değişiklik yapılmasının zorunlu olduğuna dair bazı sayısal verilere değinmek gerekir. Şöyle ki,
Yargı örgütünün iş yükü gün geçtikçe artmaktadır. Nitekim, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılı verilerine göre; son on yılda;
 Cumhuriyet Başsavcılıklarına gelen dosya sayısı % 110.4,
 Ceza mahkemelerindeki dava sayısı %16.5,
 Hukuk mahkemelerindeki dava sayısı % 46.5
 İdari yargı mahkemelerin deki dava sayısı % 175.3,
 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gelen dosya sayısı % 166.2,
 Yargıtay Ceza Dairelerine gelen dosya sayısı % 216.4,
 Yargıtay Hukuk Dairelerine gelen dosya sayısı % 70.5;
 Danıştay dairelerine gelen dosya sayısı % 86.5,
artış göstermiştir. Şüphesiz bu rakamlar olağanüstü ve yadırganacak rakamlar olarak değerlendirilmemelidir. Zira nüfusun artmasına, toplumun hak arama anlayışının gelişmesine, hukuk kurallarındaki değişikliklere ve ekonomideki gelişmelere bağlı olarak davaların artması olağandır. Dolayısıyla bu rakamsal verilerin ifade edilmesi, dava sayılarının düşürülmesi gerektiği fikrini içermemelidir. Bu sayısal veriler, dava sayılarındaki artışa göre yargı örgütünün nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi gerektiğine işaret etmesi bakımından önemlidir. Başka bir ifade ile dava miktarındaki bu artış sebebiyle en azından, yargı örgütünün çekirdeğini oluşturan mahkemelerin kapasitesinin de artırılması gerekecektir. Zira dava sayılarındaki artışa uygun olarak mahkeme kapasiteleri de artırılmadığından, yine Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılı verilerine göre, Ceza, Hukuk ve İdari Yargı Mahkemelerine 1999 yılında gelen toplam dava sayısı 4.523.665 iken, 2008 yılında 6.064.308'e ulaşmış; bir hakime düşen yıllık dava sayısı ise, 1999 yılında 778 iken, 2008 yılında 941 olmuştur. BÖYLECE BİR HAKİME DÜŞEN DAVA SAYISININ, SON ON YILDA % 21.0 ARTTIĞI GÖZLENMEKTEDİR.
Bu konuyla ilgili olarak, ülkemizde yargının iş yükünün önemli bir kısmının devletin taraf olduğu davalardan oluştuğunu, devletin taraf olduğu miktarının normal olmadığını belirtmek de gerekir. Gerçekten, Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğünden alınan bilgiye göre, 2008 yılı başı itibariyle mahkemelerde vatandaş ile devleti karşı karşıya getiren 494.856 adet dava bulunmaktadır. Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılı verilerine göre, Ceza, Hukuk ve İdari Yargı Mahkemelerine 2008 yılında gelen toplam dava sayısının 6.064.308 olduğu nazara alındığında, bu sayının oldukça fazla olduğunu kabul etmek gerekir. Zira bu sayı, toplam dava miktarının yaklaşık % 10 una tekabül etmektedir.
Bu durum, teftiş ve denetim sistemi, hukuki ilişkilerin yeterince açık olmaması, devlet ve vatandaş arasındaki güven eksiliği, kontrol hizmetlerinin etkin olmaması gibi sebeplerden kaynaklanmakta ise de, bu sunum ve çalışmada açıklanan durumun sebeplerine girilmeyecektir. ANCAK YARGI FAALİYETLERİNİN ETKİNLEŞTİRİLMESİ BAKIMINDAN OLDUĞU KADAR TOPLUMUN DEVLETE OLAN GÜVENİ BAKIMINDAN DA DEVLETİN TARAF OLDUĞU DAVALARIN MİKTARININ AZALTILMASI VE YARGININ DEVLETİN TARAF OLDUĞU DAVALARDA, YETERİNCE TARAFSIZ DAVRANMASI GEREKTİĞİNİ ÖNEMLE BELİRTMEK İSTERİM.

YARGI İLE İLGİLİ DÜŞÜNCE VE DÜZENLEMELERDEKİ
YANLIŞ ALGILAMALAR


YARGILAMA, BAŞTA HAKİMLER OLMAK ÜZERE YARGI ÇALIŞANLARININ KİŞİSEL BİR FAALİYETİ VE SORUMLULUĞU DEĞİLDİR. Yargılamayı yargı çalışanlarının kişisel faaliyeti gibi düşünmek yanlış ve bu kişilere yapılan büyük bir haksızlıktır. ZİRA TAKDİR EDİLECEKTİR Kİ, YARGILAMA BİR DEVLET FONKSİYONUDUR. Nitekim bu sebeple, modern devlet anlayışında yargı yetkisi devleti oluşturan erklerden biri olarak kabul görmektedir. Yargılama bir devlet fonksiyonu olduğundan, bu faaliyeti yargılama yetkisini kullanan kişilerden ayrı düşünmek ve bu yetkiyi kullanma yetkisinin de diğer devlet erklerinin kullanılmasında olduğu gibi devlet organizasyonu içinde yer alan müesseselerce kullanılması vazgeçilmezdir.
İşte bu sebeple, modern hukuk anlayışına göre yargılama, hakim, kadı vs. gibi karar vericilerin kişisel bir faaliyeti olarak ve hakkaniyet esaslarına göre değil; müesseseleşmiş mahkemelerin bir faaliyeti olarak ve hukuka uygunluk esaslarına göre yürütülür. Böylece kişiler, genel, soyut ve objektif hukuk kurallarına göre; zamana ve kişilere göre değişmeyen, karar vericilerin kişisel yeteneklerine bağlı olmayan bir adalet anlayışına muhatap olurlar. Gerçekten insanlığın adaletin tecellisi konusunda ulaştığı en yüksek noktalardan birisi, yargılamanın ve dolayısıyla adaletin tecellisinin hem karar vericilerin, hem de kararın süjesi olanların şahsından soyutlanmış bir faaliyet olarak mahkemeler tarafından yürütülmesidir. Başka bir ifade ile modern anlayışa göre yargılama, bir organizasyon işidir. O halde adaletin tecellisi ve toplumun adalet duygularının gereğince tatmin edilmesi, yargı çalışanlarının iyi yetişmişliğine ve kişisel yeteneklerine değil, öncelikle iyi bir yargı organize olmuş bir yargı örgütünü gerektirmektedir. Buna göre yargı örgütü dendiğinde, amacı yargılama erk ve yetkisini kullanmak ve yargı hizmeti vermek olan bir organizasyonu anlamak gerektiğini söylemek mümkündür.

BURADA ÖNEMLE BELİRTMEK İSTERİM Kİ, YARGI ÖRGÜTÜNÜN GELİŞTİRİLMESİ İLE İLGİLİ KONULAR TARTIŞILIRKEN, YARGI ÇALIŞANLARINA HAKSIZLIK YAPILMAMASI VE HATTA ONLARIN ÇALIŞMA ŞARTLARI İLE İLGİLİ SORUNLARA DA DOLAYLI OLARAK TEMAS EDİLMESİ KAÇINILMAZDIR.

Bu cümleden olmak üzere, özellikle "gecikmiş adalet adalet değildir" sloganının içinde gizli olan adaletin geciktiği, bunun da içinde gizli olan başta hakimler olmak üzere, yargı personelinin yargılamayı geciktirdiği düşüncesi, ayrı ve büyük bir haksızlıktır. Zira ülkemizde, yargı çalışanlarının çalışma şartları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olacak nitelikte ağır ve angarya doludur. Gerçekten, kişisel ve kurumsal kapasitenin üzerindeki iş yoğunluğunun, çalışanlar için angarya olarak kabul edilmesi gerektiği tartışmasızdır. En üst düzeyde devlet memuru olan hakimlerin kapılarının her an ve herkese açık olduğunu, istisnasız tüm hakimlerin işlerinin önemli bir kısmını evde yapmak zorunda kaldıklarını, kendilerine ve ailelerine ayıracak vakit dahi bulamadıklarını, sosyal yaşamlarının olmadığını; diğer çalışanların da aynı şekilde nefes almadan çalışmak zorunda olduklarını, mesai saatlerinin işin bitmesine göre belirlendiğini ve sürekli fazla mesai yaptıklarını, yaptıkları işin fiziksel ve psikolojik olarak yıpratıcı bir iş olduğunu gözlemlediğimizde, yargılama işinin ne kadar ağır şartlarda yapıldığını ve giderek de ağırlaştığını açıkça görmek mümkündür. Şüphesiz yargılama işinin ağır şartlarda yapılıyor olması ve giderek de ağırlaşması, adaletin gerçekleşmesini olumsuz olarak etkileyen önemli, ancak gözden kaçırılan bir konudur. Bütün bunların yanında yargılama işinin, yargı çalışanlarını sosyal ortamlardan uzaklaştıracak derecede özen ve hassasiyet gerektirdiği de diğer bir gerçekliktir. Bütün bu gerçekler karşısında, yargının iş yükünü hakimlerin problemi olarak görmek büyük bir yanılgı ve haksızlıktır. İfade etmek gerekir ki, aslında iş yükü idarenin, yani Adalet Bakanlığının problemidir. Dolayısıyla idare, yani adalet bakanlığı tarafından çözülmesi gerekir. Sırf yeteri kadar ve gereği gibi örgütlenme, sistem ve yan hizmetler sağlanamadığı için artan kişisel iş yükünün, insan kapasitesini aşan kısmı angarya olup, kanaatimce Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırıdır. Daha kötüsü yaptıkları işin önem ve özelliği, toplumdaki yaygın inancın oluşturduğu baskı bu insanların bırakın hak aramalarını, kendilerini ifade etmelerini dahi imkansız kılmaktadır. Öte yandan bu düşünce, başta yargıya ayrılan bütçenin kısıtlılığı olmak üzere, yargı örgütlenmesindeki ihmal ve eksikliklerden, tebligat hizmetleri başta olmak üzere yan hizmetlerdeki aksamalara kadar tüm sebeplerin fark edilmesine de engel olmaktadır.

YARGI İLE İLGİLİ DÜŞÜNCE VE DÜZENLEMELERDE ESAS ALINMASI GEREKEN KRİTERLER

YARGI ÖRGÜTÜNÜN HANGİ ESASLARA GÖRE VE NASIL ORGANİZE EDİLECEĞİNİN, BU ORGANİZASYON AĞININ GENİŞLİĞİNİN, HANGİ BİRİMLERDEN OLUŞACAĞININ, MERKEZ VE YAN BİRİMLERİNİN NELER OLACAĞININ VE NİHAYET HANGİ BİRİMLERİN HANGİ YETKİLERLE DONATILACAĞININ BELİRLENMESİNDE, YARGILAMA FAALİYETİNİN ESAS ALINMASI GEREKTİĞİ AÇIKTIR. Başka bir ifadeyle, yargı örgütü organizasyonunun en ideal şekilde örgütlenmesi için, yargılama faaliyetinin esas alınması ve yargılama faaliyetinin ideal şekilde yürütülmesi için gerekli ihtiyaçların tespit edilmesi şarttır. O halde, yargı faaliyeti mevcut yargı örgütünün imkanlarına bağlı olarak yapılmamalı, aksine yargı örgütü, yargılama faaliyeti için gerekli olan tüm ihtiyaçları karşılayacak şekilde organize edilmelidir. Öte yandan, bu gerçekliğin diğer bir sonucu olarak da, yargı örgütü değişmez bir yapı şeklinde değil, değişen ihtiyaçlara göre geliştirilebilecek esnek bir yapı şeklinde oluşturulmalıdır.
Modern yargılama faaliyeti, kişisel hakkaniyet anlayışına değil, soyut hukuka uygunluk anlayışına dayandığından, yargılama faaliyeti de iddia ve savunmanın kişisel değerlendirmesinden ibaret değildir. Aksine yargılama, adaletin tecellisi için bir dizi araştırmayı gerektirmekte olup, bu sebeple yargılama merci olan mahkemelerin birçok yan hizmetlerden yararlanması kaçınılmazdır. O HALDE YARGI ÖRGÜTÜ, YARGILAMA YETKİSİNİ KULLANAN MAHKEMELER İLE YARGILAMA FAALİYETİNE KATILAN YAN HİZMET BİRİMLERİNİN ORGANİZASYONUNDAN İBARETTİR.
BELİRTMEK GEREKİR Kİ, YARGI FAALİYETİNİ YARGI ÇALIŞANLARININ KİŞİSEL FAALİYETİ GİBİ GÖRMEK NE KADAR YANLIŞSA; “YARGI ÖRGÜTÜ” KAVRAMINI MAHKEME KURMAKTAN İBARET SAYMAK DA O DERECE YANLIŞ OLACAKTIR. Dolayısıyla sadece mahkemelerin ve yargı çalışanlarının sayısını artırmak; adaletin tecellisi, yargılamanın gereği gibi yürütülmesi ve iş yükü olarak ifade edilen yargılaması devam eden ihtilafların sayısının azaltılması için yeterli ve uygun çözüm değildir. Hal böyle olmasına rağmen, yargılama ile ilgili tüm sorunların, özellikle de iş yükünün azaltılması, yargılama sürelerinin kısaltılması ve nihayet adaletin daha etkin tecellisi için en iyiniyetli fikir ve gayretlerin bile; mahkeme sayısını artırmak, mahkemelerin fonksiyon ve yetkilerini çeşitlendirmek, yeni hakim kadroları ihdas etmek noktasında toplandığı gözlenmektedir.

MEVCUT TASLAK VE TASARILARDAKİ İSABETSİZ YAKLAŞIMLAR VE İSABETLİ BİR HAREKET NOKTASININ TESPİTİ

YARGILAMA İLE İLGİLİ SORUNLARIN, MAHKEME VE HAKİM ODAKLI ŞEKİLDE ÇÖZÜLMEYE ÇALIŞILMASI, YARGILAMANIN BİR ORGANİZASYON İŞİ OLARAK DEĞİL, MAHKEME VE HAKİMİN İŞİ OLARAK ALGILANMASINDAN KAYNAKLANDIĞI KANAATİNDEYİZ. ŞU KADAR Kİ, SON ZAMANLARDA BÜTÜN BU ÇÖZÜM DÜŞÜNCELERİNE EK OLARAK, TAHKİM VE ARABULUCUK GİBİ HUKUKİ İHTİLAFLARIN YARGI ÖRGÜTÜ DIŞINDA ÇÖZÜMLENMESİNE İLİŞKİN FİKİR VE DÜZENLEMELERE DE RASTLANMAKTADIR.
Nitekim, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanarak kamuoyuna açıklanan “Yargı Reformu Strateji Taslağı” nda gerekçe olarak da değinilmiş olan, TBMM’nin 28.6.2006 tarih ve 877 sayılı kararı ile kabul edilen Dokuzuncu Kalkınma Planının, “Adalet Sisteminin İyileştirilmesi” başlıklı 5.6.5. maddesinde, VIII. Plan döneminde,
“Türkiye Adalet Akademisi ile aile, tüketici, denizcilik, fikri ve sınai haklar mahkemeleri gibi ihtisas mahkemeleri kurulduğuna; ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında görev yapmak üzere ikinci derece adli yargı mahkemeleri olarak Bölge Adliye Mahkemelerinin (İstinaf Mahkemeleri) Kurulmasına Dair Kanun’un yürürlüğe girdiğine; adalet hizmetlerinde etkinliği sağlamak ve verimsizliği önleyebilmek için 137 ilçede adli teşkilat ile 120 ceza infaz kurumunun kapatıldığına”
işaret edildikten ve
“… yargılama sürecinin yavaş işlemesi, yargının insan kaynaklarına ilişkin nicelik ve nitelik sorunlarının giderilememiş olması, fiziksel ve teknik altyapı gereksinimlerinin yeterince karşılanamaması, yargı ve adalet hizmetlerinin etkili ve kaliteli bir biçimde sunulmasını engellediği”
vurgulandıktan sonra, bir tablo ile “Her 100.000 Kişiye Düşen Hakim ve Yardımcı Adalet Personeli ve Mahkemelere Açılan Dava Sayıları” karşılaştırılmak suretiyle,
“AB ÜLKELERİ İLE KARŞILAŞTIRILDIĞINDA, TÜRKİYE’DEKİ HAKİM VE YARDIMCI ADALET PERSONELİNİN SAYISAL OLARAK YETERSİZ OLDUĞU”
sonucuna ulaşıldığı gözlenmektedir. Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda “yargı ve adalet hizmetlerinin etkili ve kaliteli bir biçimde sunulması” için, “hakim ve yardımcı adalet personelinin sayısal olarak nicelik ve niteliğinin artırılmasının” hedeflenip planlandığı anlaşılmaktadır.
Dokuzuncu Kalkınma Planındaki bu görüş ve hedeflerin Adalet Bakanlığı tarafından önemsendiği anlaşılmaktadır. Zira, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanarak kamuoyuna açıklanan “Yargı Reformu Strateji Taslağı” nda, anılan plana atıfla,
“Yargı alanında yapılması düşünülen reform çalışmalarının belli bir plan çerçevesinde ve öngörülebilirlik ilkesine göre gerçekleştirilmesi gerektiği; bu bağlamda, 2007-2013 dönemlerini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın önemli bir belge olduğu; Türkiye’nin 7 yıllık kalkınma stratejisinin belirlendiği bu Plan’ın, AB’ye tam üyelik süreci ile de bir paralellik gösterdiği; söz konusu Plan’ın 5.6.5. numaralı “Adalet Sisteminin İyileştirilmesi” baslığı altında Türk Adalet Sisteminde son yıllarda sağlanan gelişmelere yer verildikten sonra, bu alandaki eksikliklerin tespit edildiği ve çağdaş bir yargı sisteminin gereklerinin vurgulandığı”
ifade edilmiştir. Dolayısıyla, “Yargı Reformu Strateji Taslağı” nda, anılan planda yer alan, “yargı ve adalet hizmetlerinin etkili ve kaliteli bir biçimde sunulması” için, “hakim ve yardımcı adalet personelinin sayısal olarak nicelik ve niteliğinin artırılması” görüşünün paylaşıldığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, “Yargı Reformu Strateji Taslağı” nda, “,
“Yargı sisteminin bağımsız, tarafsız ve etkili bir biçimde isletilmesi konusuna 60 ıncı Hükümet Programında da önemli bir yer verildiğinin; bu bağlamda, bağımsız ve tarafsız yargının adaleti sağlamanın ön şartı olduğu; adalet ve yargı reformu alanındaki çalışmaların kararlılıkla sürdürüleceğinin, uyuşmazlıkların hızlı, basit, az giderle ve etkin şekilde çözümlenmesini sağlamak ve böylece is yükünü azaltmak amacıyla özellikle, hukuki uyuşmazlıklarda alternatif çözüm yollarını öngören yasal düzenlemeler yapılacağının”
mevcut hükümet tarafından ilan edildiğinin vurgulanmış olmasından, yargı reformu çalışmaları kapsamında temel amacın, “uyuşmazlıkların hızlı, basit, az giderle ve etkin şekilde çözümlenmesini sağlayarak iş yükünü azaltmak” olduğu; bu amaca ulaşmak için, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi dolaylı etkili hususların dışında, tasarlanan yargı reformunun temelini,
 hakim ve yardımcı adalet personelinin sayısal olarak nicelik ve niteliğinin artırılması ve
 alternatif çözüm yollarını geliştirmenin
oluşturduğu anlaşılmaktadır.
TASLAKTA AMAÇLARIN YETERİNCE İSABETLİ ŞEKİLDE BELİRLENMEMİŞ VE ÇÖZÜM TEKLİFLERİNİN YETERSİZ OLDUĞUNU İFADE ETMEK İSTERİM. Zira yukarıdan beri açıkladığım tespitler çerçevesinde, yargılama sorunlarının, mahkeme, hakim ve diğer yargı çalışanlarının nitelik ve niteliğine ilişkin tedbirlerle ve bir kısım hukuki ihtilafları yargı kuruluşlarının yetkisi dışına çıkararak, alternatif mercileri yetkilendirmekle çözümlenme düşüncesinin yetersiz ve isabetsiz olduğu düşüncesindeyim. KANAATİMCE, YARGILAMAYA İLİŞKİN TÜM SORUNLAR, YARGI ÖRGÜTÜNÜN BİR BÜTÜN OLARAK GELİŞTİRİLMESİ VE BU ORGANİZASYONUN ESNEK VE GELİŞMEYE AÇIK BİR YAPILANMAYA KAVUŞTURULMASI İLE MÜMKÜN OLACAKTIR.
BU NOKTADA, HUKUKİ İHTİLAFLARIN YARGI KURUMLARININ YETKİSİ DIŞINA ÇIKARILARAK ÇÖZÜLMESİNE İMKAN VEREN HAKEM VE ARABULUCULUK GİBİ ALTERNATİF YÖNETMLERLERİN ALANININ DAR TUTULMASI GEREKTİĞİNİ İFADE ETMEK İSTERİM. Gerçekten bilindiği üzere, Tarafların mahkemeye gitmeden vardıkları bir sulh anlaşması, arabuluculuk veya uzlaştırma yolları dava dışı çözüm yollarındandır. Kuzey Amerika’da, özellikle de ABD’de hâkimin tarafları anlaşma yoluna sevkettiği pretrial conference gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yolları geniş uygulama alanı bulmaktadır. Ancak hukuk sistemimiz bakımından, bu çözüm yolları istisnai çözüm yolları olup, yukarıda da açıklanan prensipler ve özellikle zamana, kişiye, yere ve olaya göre farklı olmayan, genel, soyut ve yeknesak hukuk uygulamasının sağlanması; yargılamanın hakkaniyet esaslarına değil, hukuka uygunluk esaslarına dayanması gerekliliği karşısında, mahkeme dışı alternatif çözüm yollarının alanını genişletmenin yargının işgücünü azaltmak bakımından yerinde bir tercih olmadığı kanaatindeyim.

BAZI SOMUT ÖNERİLER

Bu anlayış çerçevesinde, hukuki ihtilafların optimum sürede çözüme kavuşturulması ve toplumsal adalet duygusunun tatmin edilmesi bakımından yapılması gerekli somut bazı değişiklik tekliflerini de ifade etmek gerekmektedir. Şüphesiz bu çalışma ve sunumun kapsamı ne tüm ihtiyaçlara işaret etmek için, ne de tüm çözüm önerilere yer vermek için yeterlidir. Bu sebeple, sadece bazı önemli konulara, ana hatları itibariyle değinmek ve dikkatlere sunmak istiyorum. Bu cümleden olmak üzere, özellikle adliye yönetimi ve yan hizmetlerin etkinleştirilmesi konularına dikkat çekmek istiyorum.

ADLİYE YÖNETİMİ

Bilindiği üzere, ülkemizde adliye yönetimi yargısal faaliyetten ayrı bir şekilde düşünülmüş ve düzenlenmiş olmayıp, bir adliye tanımı da bulunmamaktadır. Mevcut durum itibariyle, adliyeleri kurumsal şekilde veya bir yargı örgütü birimi olarak değil; ancak “yargısal faaliyetin yürütüldüğü bina” olarak tanımlamak mümkündür. O halde, kanaatimce adliye kavramını sadece bir bina algılamasından da çıkarıp, kurumsal bir tanıma kavuşturmak ve yargı hizmetlerini bu hizmetin gerektirdiği nitelikte binalarda yürütmek acil ve birincil ihtiyaçtır. Gerçekten, adliye kavramı, bir yandan, yargı hizmetlerinin yürütüldüğü binayı, bir yandan da kurumsal bir anlamı ifade eder.
Öncelikle adliye kavramının bina yönü ile ilgili olarak, bilindiği üzere, birçok yargı çevresinde yargılama hizmeti müstakil adliye binalarından bile mahrum, resmi binaların bir kısmında verilmekte olup, özellikle meslek çevrelerinde önemli bir yakınma sebebidir. Çalışma şartlarını kötüleştirmesinin yanında, adliye binalarının bağımsızlığının, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile yakından ilgili olduğunu ifade etmek gerekir. Şöyle ki, yargı hizmetlerinin resmi ve kiralanmış binalarda yürütülmesi, bu ilişki sebebiyle resmi kurumların veya diğer kişilerin yargı mensuplarından ayrıcalık beklentilerini motive edebileceği; toplumun da bu kurumlara veya kişilere bina ilişkisi sebebiyle ayrıcalık yapıldığı kanaatine sahip olmasına sebep olacağı kanaatindeyim. Bundan başka, aynı binada hizmet veren resmi kurum ve kuruluşlarla, yargı kurumu arasında bina sebebiyle çatışmalar yaşanabildiği, bunun da yargının bağımsızlık ve tarafsızlık algılamasına gölge düşürebileceği de belirtilmelidir. Burada Adalet Bakanlığı’nın müstakil adliye binaları inşası konusuna verdiği önemden dolayı olumlu düşüncelerimi ifade etmek isterim. Geçmişteki uygulamalara nazaran olumlu olmakla birlikte, ihtiyaca göre yeterli sayılamayacağını da ifade etmek gerekir.
Adliye kavramının kurumsal yönü ve adliye yönetimi ile ilgili olarak ise, “adliye kavramının kurumsal bir nitelik tanımlamaya kavuşturulması ve buna paralel olarak adliye yönetiminin yargı faaliyetinden bağımsızlaştırılması” gereklidir. gerçekten mevcut durum itibariyle adliyeler, başsavcılık tarafından yönetilmekte, tuvalet temizliğinden, adliye otoparkının işletilmesine kadar tüm işler başsavcılıklar tarafından yürütülmektedir. Bu kapsamda da Adalet Bakanlığı’nın çalışmaları bulunmakta olup, bu konuda bir proje hazırlandığı bilinmektedir. Şöyle ki, Adalet Bakanlığının Avrupa Konseyi ile birlikte yürüttüğü ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Türkiye’de Mahkeme Yönetimi Sistemine Destek (MYSD) Projesi 1 Aralık 2007 - 30 Kasım 2009 tarihleri arasında uygulanmıştır. Proje kapsamında, mevcut sistemdeki önemli sorunların çözümleri için yeni kurum ve kadroların önerildiği gözlenmektedir. Bilindiği kadarıyla belirlenen bu yeni kurum ve kadroların deneme uygulamalarının, pilot adliye seçilen Aydın, Konya, Mardin, Manavgat (Antalya) ve Rize adliyelerinde yapılmasına karar verilmiştir.
Adliye yönetimi bakımından, özellikle adliye yönetimlerinin başsavcıların idari görevi olmaktan çıkarılıp, adliye müdürlüğü şeklinde oluşturulması ve buna uygun bir idari yapılanmaya gidilmesi gereklidir. Adliye yönetimi örgütlenmesi bakımından, “hâkimler başta olmak üzere, kalem personeli ve diğer yargı çalışanlarının daha rahat ve verimli çalışabilecekleri ve işlerine odaklanabilecekleri çalışma ortamları oluşturulması” esas alınmalı; adliye binasının kullanımı ve yargısal işlerin yürütülmesi bakımından avukatlar ve vatandaşlar için vestiyer, iletişim, evrak ve danışma hizmet birimlerinin oluşturulması ve adliye binalarında insani ihtiyaçların giderilmesine yönelik kafeterya, tuvalet, dinlenme ve bekleme odaları gibi kısımlar oluşturulması, bu kısımların temizlik ve hijyen şartlarına uygun olması sağlanmalıdır.
KANAATİMCE, YARGI FAALİYETLERİ BAKIMINDAN, ADLİYE YÖNETİMİ KONUSU, EN AZ YENİ MAHKEMELER KURULMASI, TEMYİZ SİSTEMİNİN YENİDEN DÜZENLENMESİ, ALTERNATİF ÇÖZÜM YOLLARI GİBİ POPÜLER VE CESAMETLİ KONULAR KADAR ÖNEMLİ BİR KONUDUR.

YANHİZMETLER

Yargı faaliyetlerinin etkin şekilde yürütülmesi ve adaletin gerçekleşmesi bakımından bir diğer önemli konu ise, yargısal faaliyetlerde mahkemelerin geniş, etkin ve hızlı çalışan yan hizmetlerden yararlanmalarıdır. Yan hizmetler yargısal faaliyetler bakımından çok kullanılan bir kavram olmamakla birlikte, kapsamı büyük ölçüde yargılama kapsamında bulunan hizmetlerdir. Bu cümleden olmak üzere tebligat işini yapan posta hizmetleri, delil sağlayıcı teknik hizmetler, ulaşım hizmetleri gibi hizmetlerle; yargılamanın bir parçası olan bilirkişilik, kriminal inceleme, kalem hizmetleri gibi hizmetleri yan hizmetler olarak tanımlamak mümkündür. Özel kanunlarda ve usul kanunlarında düzenlenmiş olan yan hizmetlerin gelişen ihtiyaçlara ve deneyimlere göre, parça parça değil, tümüyle ele alınıp etkin bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Gerçekten meslek çevrelerinin çok iyi bildiği üzere, yargılamaların uzamasındaki birincil sebep yan hizmetlerdeki gecikmelerdir.
Yan hizmetlerin bir bütün olarak ele alınıp, hatta bir proje şeklinde yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade ettikten sonra, üç somut konuya değinerek iki somut önerimi dile getirmek istiyorum. Bunlar, kalem hizmetlerinin etkinleştirilmesi, tebligat hizmetleri ve yargısal raportörlük hizmetleridir.

Kalem Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi

Bilindiği üzere yargılama faaliyeti önemli ölçüde mahkeme kalemlerinde yürütülmekte ve yargılamanın ağır yükü bu hizmet birimine düşmektedir. Mevcut durumda, kalem personeli, duruşma kaydı, dosyanın oluşturulması, evrak kabul ve gönderme gibi temel hizmetleri yürütmektedir. Kalem hizmetleri kategorize edilmiş ve kalem çalışanları arasında işbölümü yapılmış değildir. Kalem müdürleri de dahil olmak üzere, herkesin her işi yapması gereken sistemsiz bir çalışma düzeni vardır. Kalem çalışanları arasında uzmanlık esasında işbölümü yapılmalı, duruşma kaydı konusunda teknolojik imkanlar sunulmalı, evrak kabul ve gönderilmesi ile diğer yargısal işlemler ayrılarak gerekirse evrak kabul ve kaydı için ayrı ve tek bir birim oluşturulmalıdır. Kalem hizmetlerinde kullanılmak üzere, adliyelere motorlu araç tahsisi yapılmalıdır.

Tebligat Hizmetleri

Bilindiği üzere tebligat hizmetleri yargılama için hayati önemi bulunan yan hizmetlerden olup, tebligat hizmetleri Tebligat Kanununa uygun olarak PTT tarafından gerçekleştirilmektedir. Tebligat hizmetlerindeki aksamaların ve özellikle tebligatlardaki gecikmelerin yargılamanın uzamasına sebep olduğu bilinen bir gerçekliktir. Bunda, tebligatın ayrı bir kuruluş tarafından diğer posta hizmetleri ile birlikte ve uzman olmayan kişiler eliyle yapılıyor olması önemli bir etkendir. Oysa tebligat hizmetleri Adalet bakanlığına bağlı, bu konuda eğ*itim almış, adalet liselerinden veya adalet yüksek okullarından uzman kişiler eliyle yapılması halinde hem daha kısa sürede hem de etkin ve usulüne uygun şekilde yapılabilecektir. Bunun yargılama sürelerinin kısalmasına önemli ölçüde ve doğrudan etki edeceği kanaatindeyim.
Yargısal Raportörlük Hizmeti

Mevcut sistemde yargılama faaliyetlerinin tümü hakim eliyle yürütülmekte, delillerin toplanması, değerlendirilmesi, karar yazılması gibi temel konularda hakimin yardım alması mümkün olmamaktadır. Eleştirilere konu olmakla birlikte, bilirkişilik müessesesi zorunlu olarak anılan konularda hakime yardımcı olacak şekilde kullanılmaktadır. Öncelikle bu konudaki eleştirilerin isabetli olmadığını belirtmek isterim. Usul Kanununda yapılacak değişikliklerle, yargılamayı yapan hakimin, delillerin toplanması, değerlendirilmesi, karar yazılması gibi konularda uzman kişilerden yardım almasını sağlayacak yeni müessese ve kavramlar yaratılması, ayrıntıları, özellikle hizmetin alınma şekli ve sorumluluklar kanunda belirtilmek üzere, hakimin ihtiyaç duyacağı hallerde davalarla ilgili olarak raportörlük hizmeti alabilmesi sağlanmalıdır.

9 Ocak 2010 Cumartesi

KOMŞU KOMŞUNUN GÜLÜNE MUHTAÇTIR

KOMŞU KOMŞUNUN GÜLÜNE MUHTAÇTIR

Tüm dinlerde ve tüm medeni toplumlarda, selamlaşmak insanlararası iletişimin vazgeçilmezidir. Birçok şekilde selamlaşmak mümkündür. Bu sebeple, selamlaşmayı, belirli kelime ve kalıplara sıkıştırmak yanlıştır. Hele hele selamlaşma şekliyle insanları kategorize etmek yanlış, hatta tehlikelidir.

Selam, herkesin, başkası üzerindeki en masum hakkıdır.
Selam, kişisel güvenliktir. Zira, selamlaşma, muhataplarında, güven duygusu yaratır.
Selam, güzellik, hoşluk, ferahlıktır.

Selamı esirgemek, hoyratlık, haksızlıktır.
Selamı esirgemek, kötülüktür.
Selamı esirgemek, tehlikedir, korkudur.

Selamlaşma, herkesin mizacına ve lisanına göredir. Selamlaşmanın şekli, kalıbı olmamalıdır. Herkes mizacınca ve lisanınca selamlaşmalıdır. Selamlaşma abartılı olmamalıdır. Zira, abartı selamı amacından saptırır, fonksiyonsuz hale getirir. Selamlaşma, mesaj verme amacına yönelmemelidir. Oysa, abartı selamlaşmayı, mesajlaşma amacına boğar. Selam olmaktan çıkarır...


Selam, bir sözdür, bir dilektir, bir gülüştür, nihayet güleryüzdür.

Selamlaşma, iyi iletişimin en önemli gereği ve aracıdır.
Selamlaşma, beraberliktir, dayanışmadır.
Selamlaşma, ihtiyaçtır.

Komşu komşunun güleryüzüne, gülüne muhtaçtır...

DEĞİL Mİ...

5 Ocak 2010 Salı

TARLASINI YAĞMURUN ALTINA ÇEKMEK

TARLASINI YAĞMURUN ALTINA ÇEKMEK

İnsanın tarlası varsa, ekip biçiyorsa, yağmura da ihtiyacı var demektir.

Modern teknolojinin sağladığı, her zaman verimli olmayan, birikmiş su ve pahalı bir yatırımı gerektiren sulama imkanlarını bir yana bırakırsak;
yağmur yağmadığı sürece tüm emekler, yapılan tüm yatırım boşa gidecektir.

Yağmur duası gibi psikolojik tatmin yanı daha fazla olan ve yağmur bombası gibi kesin olmayan yöntemleri saymazsak; yağmurdan faydalanmak için yapılacak tek eylem beklemektir.

zavallı tarla sahibinin kısa geleceği için gerekli kaynağı sağlaması, emeğinin karşılığını alması ve yaptığı onca masrafın heba olmaması için yapabileceği tek eylem beklemektir...

O kadar ki, bu bekleyiş, hasattan payı olanlar ve nihayet başkaları için de hayati önemdedir.
Nihayet herkes için beklemekten başka yol yoktur.
 
Aslında insanların hayatındaki tüm olaylar, tarla sahibinin durumu gibi değil midir...

İnsanlar yağmur benzeri bilinmezlerin gerçekleşmesi ümidiyle, gelecek için emek harcayıp, para harcayıp sonra da beklerler. Beklerler ki, yağmur benzeri bilinmezler gerçekleşsin ve onlar da emeklerinin ve yatırımlarının karşılığını alsınlar... Aynı tarla sahibinin ve hasattan yararı olanların durumu gibi beklerler, beklerler... Yağmur benzeri bilinmezler gerçekleşirse, ne güzel; gerçekleşmezse, yeniden denemek gerekir...

Hayat böyle akar gider. Yağmur bazen yağar, bazen yağmaz...

DOĞANIN OLAYI, OLAYIN DOĞASI BUDUR...
 
ASLINDA YAĞMURUN YAĞMASI KADAR, SİZİN TARLANIZA YAĞMASI DA ÖNEMLİDİR.

Gerçekten bazen yağmur yağar, ancak sizin tarlanıza bir damla düşmez. Sağanak yakınlarda dolaşır durur. Bir kaç kilometre mesafedeki tarlalar sulanırken, sizinki kuraktır.
 
Yağmurun yağıp yağmayacağının bilinmezliği ile bizden öncekilerin yağmurla ilgili tecrübeleri, terazinin kefelerini bir bu yana, bir o yana ağdırıp dururlar. Tecrübelerden yararlanmak, meteorolojik bilgilere göre hareket etmek akıllıca olduğu gibi, nihayet bu bekleyiş de ahlaklı bir bekleyiştir.
 
BİR YOL DAHA VARDIR ASLNDA ...

TARLAYI YAĞMURUN ALTINA ÇEKMEK.
TABİİ Kİ BAŞKA BİRİNİN TARLASININ ÜSTÜNE VEYA ONUN YERİNE...
YAĞMUR NERDEYSE TARLA ORADA,
NE GÜZEL SEFA OLUR DEĞİL Mİ...

Fakat bu iş tarla sahipleri için ancak bir fantaziden ibarettir. Çünkü tarlayı yağmurun altına çekmek mümkün değildir.

TARLASINI YAĞMURUN ALTINA ÇEKMEK,
tarla sahipleri için ancak bir fantazi sayılabilirse de; gelecek planlarının gerçekleşmesi, yağmur benzeri bilinmezlerin oluşumuna bağlı olan herkes için durum bu kadar fantastik değildir.

Öyle ki bazı insanlar, tüm planlarını yağmurun yağacağı bölgeyi tahmin etmek üzerine kurarlar. Yağmurun nereye yağacağını iyi tahmin ettikten sonra, gerisi kolay artık,
TARLAYI ALIP YAĞMURUN ALTINA GÖTÜRECEKSİN.

 
BAZI KİŞİLER BU İŞTE O KADAR MELEKE KAZANMIŞLARDIR Kİ,
HİÇ YAĞMURSUZ KALMAZLAR.
ONLARIN TARLASI HEP YAĞMURUN ALTINDADIR.
TABİİ Kİ BAŞKALARININ TARLASININ ÜSTÜNDE ....

Tarlasını yağmurun altına çekenleri, siyaset başta olmak üzere, bürokraside ve hatta ticarette çokça görmek mümkündür. Rüzgar kimden yana esiyorsa, yani güç kimdeyse onun yanında yer almak, onun sözcüsü ve hatta akıl hocası olmak bu insanlar için bir melekedir, çok zorlanmazlar... Kuraklık zamanlarında o bölgede olanlar artık altta kalmıştır ve yağmurdan nasipleri yoktur. Bu yetenekli kişiler, yağmur bulutları ile beraber başka bölgelere hareket eder, rüzgarı takip eder, çeker giderler...

HER DEVRİN ADAMLARI,
HER DEVRİN ADAM OLMAYANLARI...
 
TABİİ YAĞMURUN DA ÇOĞU ZARAR.
BİRAZ TARLAYI DİNLENDİRMEK LAZIM.
AMA ÖYLE YAPMAZ BU TAMAHKARLAR...

SONUNDA...

TARLA YORULUR...
BAZEN DE TARLAYI YAĞMURUN ALTINA ÇEKELİM DERKEN, AFETİN ALTINA ÇEKİVERİRLER.

ÖYLE YA YAĞMURUN BİR YÜZÜ AFET!!!

AFET OLUR, DOYMUŞ VE YORGUN TOPRAK BU AFETİ KALDIRAMAZ...

ARTIK TARLA ÇAMUR VE BATAKLIKTIR...

HASAT MÜMKÜN OLMAZ...

HASAT MÜMKÜN OLMADIĞI GİBİ, TARLA DA ELDEN GİDER, ELDE AVUÇTA NE VARSA O...

HATTA ONLAR DA ZAMAN İÇİNDE TÜKENİR GİDER...

TABİİ HAZIRA DAĞ DAYANMAZ...

OYSA DİNLENMİŞ TARLALAR ZAMAN ZAMAN OLUŞAN AFET YAĞMURLARDAN BATAKLIĞA DÖNÜŞMEZLER...

AKLIN YOLU BİR...
AKIL VARSA...